10 Kasım 2014 Pazartesi

akıllara durgunluk veren bir eziklik öyküsü benimkisi yarim -2-

söze nasıl başlasam bilemedim.
direk konuya gireyim. 
öyle kötü günler geçiriyorum ki az önce yaşadığım bu olay karşısında gözlerim hemen doldu. 
neydi bu olay?
şimdi ben okuldan erken çıktım eve geldim tamam mı? dedim ki kendi kendime hadi bugün yemeği ben yapayım zaten Miraç geç gelecek ay iyisi mi çok geç olmadan gidip su -çeşmeden su yerine çamur aktığı için içenin buradan gidemediği kehanetine rağmen kavşak suyu ile yemek yapıyoruz- doldurayım. suyu dolduracağım çeşme penceremin hemen önünde olduğu için kimse var mı yok mu diye kontrol etme imkanım var diye ne kadar şanslı olduğumu düşünerek pencereden dışarıya baktım. ellerini yıkayan bir yaşlı teyzeden başka kimse, elini yıkayan teyzenin etrafında da doldurulmayı bekleyen şişeler yoktu. evet! çıkabilirim. 
şişeyi almak üzere mutfağa gittim. şerife ve emine birilerinin evlenmesi üzerinde yorumlar yapıyorlardı. onlarla bir şeyler konuştum ama ne hatırlamıyorum. haaa GÜNAYDIN dediler, BEN DE GÜNAYDIN MI KALDI İKİNDİ OKUNDU. dedim ve BEN BUGÜN İKİNDİYİ EZAN OKUNMADAN KILDIM BİLİYONUZ MU OKULDAKİ YANLIŞ SAAT YÜZÜNDEN diye ekledim. şişemi alıp çıktım. 
daha yürürken oraya bi teyzenin gelmiş olduğunu görebildim. neyse ki şişesi dolmak üzereydi. bekleyebilirdim. "ama ya benimle konuşmak isterse o zaman ne yapacağım?" korkusuna rağmen ilerledim, kendisinin olduğu yere hiç bakmadım. bir duvara yaslanıp etrafı izlemeye başladım. keşke yerden gördüğümüz yüksekteki şeyleri tam karşısından görebilsek diye düşündüm beğendiğim evi görünce. aşağıdan bakmak çok sıkıcı. 
böyle etrafı izlerken göz ucuyla teyzenin şişesine baktım dolmak üzereydi ama su da aynı zamanda baya inceldi. içimden neden gidip bakkaldan almadığımı sorgulamaya başlamıştım. tam şişeyi çöpe atıp bakkala gitmek için harekete geçecektim ki ki suyun inceldiğini teyze de fark etti. şişesinin kapağını daha dolmadan kapatıp çekildi. doldursaydın teyze ya dedim yok kızım yeter dedi gitti. şimdi kadın bana iyilik yaptı o gözden kaybolana kadar oradan çekilemem o suyu doldurmam lazım. suyu doldurmayı beklersem de saatler sürebilir. en iyisi teyze gözden kaybolana kadar beklemek dedim ve yine sırtımı duvara yasladım şişe dolmak için çırpınırken. teyzenin gidişini izledim. köşeyi döndüğü an kaçacaktım sığınağıma. musluktan garip sesler gelmeye başladı. baktım, su kesildi. ve eve bununla döndüm.

(düşünülen-gerçekte olan)

ve gözlerimde bir kaç damla yaş. 
Allahtan teyze köşeyi dönmüştü de..

14 Ekim 2013 Pazartesi

iyi biri değil

çocuklar çevremdeki insanlarca genel olarak ben iyi bir insan olarak bilinirim ki bu müthiş bir yanılgıdan ibaret. gelin size işin aslını bir yaşanmışlığımla anlatayım.

lise 1. sınıftayız. adı gibi kendi de uzun arkadaşım leventin elin paslı bir demir yüzünden tahriş olmuştu çünkü oynadıkları top okulun dışına kaçmıştı ve levent almaya gitmişti. sanırım böyleydi. ben de normal hanım kızların aksine daha hopyalan zıplayan oraya buraya tırmanan bir hanımkız olduğum için gençliğimde, aşinaydım paslı demirin sebep olduğu o yanma hissine ve soğuk suyun iyi geleceğini de çok iyi biliyordum.

beden dersinde olduğumuz için eşyalarım param her şeyim sınıftaydı. hemen bir koşu sınıfa çıkıp para alıp en soğuk suyu seçip arkadaşım leventin ellerine dökmüştüm. bakınca çok iyi biri gibi görünüyorum değil mi?

aslında durum şu: ben leventi öyle halinden rahatsız olduğunu gördüm ve soğuk suyun iyi gelebileceğini biliyordum. üstüne üstlük param da yukarıda, çantamdaydı.. evvvvet! bunun sınıfa çıkmak için müthiş bir fırsat olduğunu anladım ve hiç vakit kaybetmeden merdivenleri tırmanmaya başlamıştım bile. düşünmesi yazmasından kısa sürüyor malum. amacım iyilik yapmak değildi. amacım üzerine giydiği siyah hırkasından, gözündeki gözlüğe, gülümsemesine her bir haline aşık olduğum levent kadar uzun olup adı levent olmayan çocuğu bir daha görmek için ortaya çıkan bu fırsatı değerlendirip birkaç saniyeliğine hayata ^_^ şeklinde bakmaktı. soran olursa cevap belli;)
yoksa hiç kimseden para bulamasam naciye teyzeye yukardan inerken bırakayım der yine alırdım mesela o soğuk suyu. sonra bu mallıkla çocuğu da tavlayamadım zaten.

şimdi daha net anladınız mı?
ama zararsız biri derseniz anlarım.
ama iyi değilim.



10 Mayıs 2013 Cuma

ilovemayısayı


Çok okuyan mı çok gezen mi bilir bilmiyorum ama ben eğitim hayatım süresince çok gezdim ve bir sürü güzel insan ile tanıştım ve sanırım beni yıldırmayan tek şey de bu oldu.
Bartına geldiğimde tek istediğim okulu bitirebileceğim en kısa süre içersinde bitirip buradan gitmekti. Herhangi bir insanla tanışmadan, arkadaş edinmeden gitmiş olmak umurumda değildi, hatta özellikle böyle bitsin istedim.  Ama tahmin edersiniz ki işler istediğim gibi gitmedi. Önce köylü amca ve teyzelerle arkadaş oldum daha sonra zaman geçtikçe sınıf arkadaşlarımla da.  
Hayatıma yeni bir insan gireceği zaman düşündüğüm şey hep yeni insan demek tasalanacak yeni hayatlar demek oluyor. Ama gerçekte durum böyle değil çocuklar. Gerçekte olan şu; yeni insanlar demek birlikte eğlenebilecek daha çok insan demek.
Burada artık çok güzel insanlar tanıyorum ve onları köylülerin üzerimde oluşturduğu köy baskısına rağmen eve çağırdım. Tabii bunda nerminişkomun “gelsinler yaa nolmuş, kim karışabiliyo ki sana, bahçede oturur çay içersiyiz, erik toplarsıyız.” diyerek beni cesaretlendirmesi çok etkili oldu. O büyük ihtimal bu yazıyı okumaz ama ona buradan teşekkür ediyorum (hoşbeş alırım çilekli bir de, sever o.). 
Evet, sene başından beri yapmak istediğim şeyi yapmış, arkadaşlarımı erik toplamasına çağırmıştım. Benim için haftanın son günü olan Perşembe günü onlara “yarın insan kaynaklarına girmeyin, bize gelin eriğe düşeriz .” dedim ve geldiler. Sanki söylediğim çok olağanmış gibi hem de. Enes biraz nazlandı ama o bile geldi.
Ben haftanın günlerini takip edemiyorum, zihnim çok dolu oluyor. Meşgul olduğumdan değil de 10 tane ders aldığımdan. Dinlemek bile yetiyor o dersleri, zihnimi doldurmaya. İşlemeyen demirin pas tutması misali kafam götürmüyor çocuklar artık, hele bir de ehtiyarlık..  Neyse işte cumartesi gününe geldiğimizi genelde köydeki çocukların bir araya gelip sabahın köründen akşam ezanına maç yapmasından anlıyordum. Bugün maç bizim stadyumdaydı ve günlerden henüz cumaydı. Bahçe yaşları 3 ile 21 yaşındaki çocuklarla doluydu. Beni de sayarsak 23.


Biz bir yandan yemelere içmelere doyamaz, bir yandan oyun oynarken karşıda oturan dedenin “melike goool” diye bana seslenmesiyle içim bir nebze daha rahatlamıştı. Nerminişkom bu işten zarar görmeyecekti.
Lisedeyken her neredeyse tenefüs sınıf arkadaşlarım olan Rabia, Süleyman, Ayetullah, Aylin ve hatırlayamadığım diğerleriyle durmadan oynadığımız voleybol oyunu bana hayatımda ilk kez bugün çok eğlenceli geldi. Sanırım burada işlerin benim açısından daha kolaylaşmaya başladığı ilk gününün ana aktivitelerinden biri olmasından kaynaklanıyor.Aslında ilk gün bugün değil, bisiklet binmeye gittiğimiz gün. O gün de bu insanlarlaydım. Ben Bartın’a geldiğimden beri, hiçbir şey düşünmeden, huphuzurlu çok az zaman geçirdim. Bu zamanların çoğunda burada gördüğünüz insanlar vardı. Geri kalanında da İstanbul’dan beni ziyarete gelen bebişlerim.
Şimdi size voleybol konusundaki yeteneklerimi sergileyen ve attığım topların neden karşılanmadığını 2 fotoğraf ile özetleyeceğim. Anlayacaksınız. Ve tahmin edersiniz ki; oyuna girerken, “öyle voleybol mu oynanır, çekilin bakiyim.” cümlesini kurdum. Oyundayken topu düşüren kişiyi eşek ilan etmeye karar verdik. Her seferinde ilk eşek ben oldum. <3


top evin çatısına kaçtı, evet ;)

Ve tabii asıl amaçlarını gitmelerine yakın gerçekleştirdiler, nerminişkom ısrarla “oğlum tatlı erikleri siz alın acılar kızlara kalsıyy” dediyse de onlar hepsini karıştırıp bölüştüler. uğurişko bir bakraç da hülya abla için toplayıverdi. ARO ondan.



20 Mart 2013 Çarşamba

so tell the girls that i am back in town

en son, tavanın içindeki bütün unun cilli (bilye evet. ben hep cilli diye bildim onları. büyüyünce bilye olduğunu öğrendim.) büyüklüğünde topaklanmasıyla tövbe etmiştim un helvası yapmaya. ve yine o zamanlar, neden bilmiyorum,  unun ne denli topaklandığından bahsetmiştim arkadaşım onura. o da bana "un helvası zor iş, ölümüne kavuracaksın unu." tüyosunu vermişti. 

onur benim liseden arkadaşım. ama onunla lise bittikten sonra, aynı liseden mezun olduğum insanlarla yaptığımız görüşmeler vesilesiyle tanıştım. yani aslında bu durumda sanırım liseden arkadaşım olmuyor. her neyse o kadar önemli değil. tanıdıktan sonra da çok sevdim kendisini. bir de ona süpriz yapacaktım ama elime yüzüme bulaştırdım. bu durum, beni, kendimi sorgulamalaya ve türlü vicdan azaplarına sürüklüyor bugünlerde. o işe de bir çözüm bulacağım inşallah.

işte efendim bugün onu bir kere daha çok sevdim. ve bunun sebebi tahmin edebileceğiniz gibi un helvası tüyosu. yarın yine o sevmediğim hocanın, sevmediğim dersine gireceğim için içimden mutsuzluk akım akım akıyordu. tam konuyu çalışmak üzere slayta tıklayacakken dur ben bi helva yapayım diyerek kalktım masamın başından. masa dediğim de sehpa he. 

tam mutfağın kapısında karşılaştığım, ev arkadaşım, gözde dedi ki: "ben un helvası severim." içimdeki, o, birilerini beslediğinde mutlu olan canavar, birden uyandı ve kabusum olan un  helvasını yapmayı bir kez daha deneyebileceğimi fısıldadı bana. hayır, fısıldamadı. adeta çığlık atıyordu içimde. çok düşünmeden ölçülere bakmak için herhangi bir siteyi açtım. ve tabii ki o ölçülere yine uymadım. 

kafamda sadece, arkadaşım onurun "ölümüne kavuracaksın unu." cümlesi yankılanıyordu. mesela, annem de hep "unu iyi kavur bak topaklanır sonra." tarzı önerilerde bulunuyor anlatırken ama ne kadar da kavursam olmuyordu. çünkü ben hemen iyi kavrulduğunu düşünüyordum. o "ölümüne" kelimesi benim daha kolay anlamamı sağlamış olacak ki; helva bu kez mükemmel oldu. tek bir topakcık bile yok. 
TEŞEKKÜR EDERİM ONUR. 

gözde de beğendi. ve bilenleriniz bilir, benim, biri için yemek pişirmekten sonra en çok sevdiğim şey, o yemeği yiyenin memnun olması. 

"ÖLÜMÜNE KAVUR"UN ÇOCUKLAR.

bu belli belirsiz fotoğrafı özellikle seçtim ki canınız çekmesin. (fotoğraf çekmeyi beceremediğini kabul etmiyor.)

24 Şubat 2013 Pazar

GNYDNNNN;)


Uyanmamla , gözümü açmam arasında geçen birkaç saniyede odanın neresindeyim, yatağım ne tarafa konumlanmıştı, ben başımı yatağın hangi tarafına koymuştum, hala aynı yerde miyim.. gibi şeyleri sorguluyor oluyorum, bazen. Her zaman olmuyor. Hep olan şu; hiçbir zaman doğruyu anımsayamıyorum. Uyanmadan önce kendi kendime oynadığım bu oyunu hiç kazanamıyorum.

Bugün de uyandığımda, gözümü açtığımda pembe bir duvar göreceğimi, arkamı döndüğümde bilgisayar masası ve hemen yanındaki dolabı, ayakucumda ise ince, düştü düşecek gibi görünen kitaplığımı göreceğimi hissediyordum.  Gözümü açtığımda tüm bunların aksine Bartındaki odamın sarı duvarıyla karşılaşıyorum.  Burada olduğuma inanmak için sarı duvarı yeterli bulmayıp, kafamı, sırtımı döndüğüm odaya çevirip bakma ihtiyacı duyuyorum.

Tabii ya, dün gelmiştim bu içinde sevilesi bir sürü insan barındıran, ama buna rağmen, kendisini hiç sevemediğim bu şehre. En iyisi biraz daha uyuyayım.