21 Mayıs 2015 Perşembe

I've never been too clever, I've always just hung on.

elbette ki yapmamız gereken ödev için bize biçilen sürenin yarısını o ödevi en kısa şekilde nasıl yapacağımızı düşünerek geçirecektik ve elbette ki son üç gün kala müthiş şekilde odaklanmış elimizden geleni yapmaya çalışırken yepyeni bir şeyle karşılaşıp yapmakta olduğumuz ödevde bahsetsek ne kadar da şık dururdu diye düşünecektik ve aynı zamanda anlayıp konuyla özdeşleştirip ödeve dahil etmek için ne kadar da az bir zaman kaldığını gördüğümüzde "keşke iki gün önce başlasaydım." diye içimizden geçirecektik. çünkü biz öğrenciydik.
NEDEN HEP ÖĞRENCİ KALAMIYORUZ?

ne oldu okuduğunuz metin "küreselleşen dünyamızda" diyerek başlamayınca bi afalladınız?

siz ne için üniversite okudunuz bilmiyorum. ben, onüç yaşımda okulun bitmesine yakın hangi liseye gitmek istiyorsun sorusuna okumak istemiyorum cevabını veren ben, yedi yıldır seve seve üniversite okuyorum üstelik asla tercih edeceğimi düşünmediğim bölüm ve üniversitelerde. çünkü okumak istemediğimi duyan öğretmenim "iyi öyleyse evde otur kısmetini bekle." demişti. utançtan yerin dibine girmiştim o zaman. bugünkü aklım olsa sinirlenirdim.

üniversite okumak benim için başlarda kısmet beklemekten kaçış iken zaman içerisinde ailem etrafta olmadan ne olduğumu görmek anlamını kazandı. ben üniversiteye başlamadan önce kendime telefoncudan kontör alamıyordum, yiyeceğim yemeği kendim sipariş edemiyordum. böyle şeyler yapmak zorunda kalmadım çünkü hiç. apartmandaki çok sevdiğim komşularımız bana "Sıdıka" benzetmesi yapıyordu çünkü hem ev süpürüp bulaşık yıkıyor toz alıyordum hem de onların garipsediği bir şeylerle ilgileniyor hiç bilmedikleri şarkıları dinliyordum hem de yaşıtlarımın eğlendiği şekilde eğlenmiyordum. bu benzetmenin yapılmasında canım ağabeyimin katkılarını da es geçemem :))  komik buluyordum bunu ama ait olduğum yer başkası sanıyordum.

neyse şükür ki hak kazandım üniversite okumaya. başlangıçta hazırlık okulunda tanıştığım bugün hala benim için esin kaynağı olan öğretmenimin başında durmadan ağlıyordum. belki o olmasa bugün burada da olmayacaktım. çünkü başlangıçta ailemi gerçekten çok özlüyor, onlar için aşırı kaygılanıyordum. tabii asla bunu kendilerine söylemedim. hep taksimde eğleniyor oluyordum aradıklarında :)) ya da kaldığım yurttan şikayet ediyordum durmadan çünkü; YURTTA KALMAK NE SAÇMA ŞEY ALLAH AŞKINA.

bir de şunu da eklemeliyim tabii; annem şikayetlerime dayanamayıp e bırak gel o zaman melike demeseydi yine gerçekten burada olmayabilirdim. bugün burada olmayı öğretmenim kadar anneme de borçluyum. resmen geri dönmek istiyorum desem sorun etmeden kabul edecekti. bunu anladığım günden itibaren geri dönmek fikrini aklımdan çıkarttım.

onyedi yıl sabırla üniversiteye gideceğim günü bekledim. tamam abartmayayım çoğu çocukluk dönemiydi. üniversite benim için kendim olma fırsatı, bir araçtı. hiç de öyle gelecek kaygısı meslek edinme gibi telaşlarım yoktu. yapmak istediğim şeyin gazetecilik olduğuna karar vermemde etkili olan tek şey kot pantolonla işe gitme özgürlüğü olduğunu zannetmemdi. -sahi öyle mi?- nereye gitmek istiyorum ne yemek istiyorum ne giyinmek istiyorum neyden rahatsız oluyorum nerede mutluyum ne kadar inançlıyım ne kadar samimiyim kendi başıma kimim bunu kendi başıma kalmadan anlamam zordu. gözümü istanbula diktim ve gittim. dört yıl o şehirde ne istiyorsam o oldum. çok da farklı bir şey değilmişim bunu anladım. yaptığım hiç bir şeyden pişman olmadım ama yaptığım şeylerin bazılarını bir daha asla yapmam. yani sanırım.

yine bartında -ki ben buradaki yıllarıma arınma yılları diyorum- ne istediğimi kim olduğumu anlamaya yaklaştım. bir yere ait olmak zorunda değilim yaşamak için bunu anlamak zorunda kaldım. ve yine burada da bir daha asla yapmayacağım şeyler yaptım ve yine pişman değilim.

geçen bu kadar sene sonunda değişmeyen tek şey evde oturup kısmetimi bekleyecek birisi olmadığımdı. şimdi bu yüzden iş bulmak zorundayım ve tıpkı onbeşimde okumak istemediğim gibi bugün, yirmibeşimde de çalışmak istemiyorum. ama bunun ne önemi var. istediğim şeyleri yapmak için istemediğim bazı şeyleri yapmak zorundayım. bunun hep farkında oldum. bazı şeyleri kolaylaştırdı bu hep. kendimi bugüne kadar hiç bir zaman tam olarak ait olduğum yerde hissetmedim ama hiç bir zaman da bunu sorun etmedim. ya ben sorun edecek birisi değilim. gülerim. eğlenirim. banane.

her neyse işte ben artık iş bulmak zorundayım. artık gelecek kaygım da var üstelik. çünkü neyi istemediğimi çok iyi biliyorum. neyi istemediğini bilince başına gelmesinden çok korkuyor insan.

bugün evde canım sıkılmasa kim bilir ne zaman başlayacaktım bu işe bilmiyorum ama aradığım kriterlere uygun iş bulamadım. aranan kriterler de bende mevcut değil. aranan kriterlerin ne olduğunu baştan bilsem dedim içimden, baştan bilsem neyi biliyor olmanın işimi kolaylaştıracağını öğrenmez miydim? kesin öğrenmezdim. bu yüzden KEŞKE 2 YIL ÖNCEDEN BAKSAYDIM YAAAA dediğimde ne kadar aptal görünüyorum değil mi?
e zaten öyleyim.



10 Ocak 2015 Cumartesi

evde yalnız korkuyorum. sokakta sabahlayalım mı?

belki gökyüzünden bir ışık çıkar bana doğru yönelmiş ve on saniye içinde beni yok eder diye sıtma sokakta volta attım eve girmeden önce bir süre. etrafta çok fazla kar birikintisi kalmadığından yer yer ellerimle duvar üzerlerinde hala muntazam görünen karları ellerimle dağıttım. hiç bir yer düzgün görünsün istemiyorum anlıyo musunuz? sinirlerimi bozuyor. hatta sabah, ne zaman evinin önündeki sokaktan geçsem penceresinde oturuyor olarak gördüğüm kaktüscü adam, yine penceresinde oturduğu için, onun evini çevreleyen pembe duvarın üzerindeki karlara dokunamamıştım. şimdi onları da bozdum. korkuyorum ben o adamdan yahu. 
volta atarken bazen de hala pamuk yığını gibi görünen aslında sertleşmiş kar parçalarını koparıp top gibi havaya fırlatıp atmak istediğim bütün golleri attım. siz beni maça çağırmadınız ama ben gol atmaya doydum. rövaşata kaldı bir tek. 
ha bir de buzların üzerinden yürürken çıkan o katır kutur kırılma sesleri beni aşırı eğlendiğinden yerlere vura vura yürüyordum ben tamam mı? işte bunu yaparken bir ara ayağım kaydı ve düştüm. omzumdan itibaren sol kolum ağrıyor. ellerim ve dizlerimin üzerine durmuş "nasıl kalkıcam lan şimdi her yer kayıyor" diye düşünüp güldüm. o an ki çaresizliğim inanılmaz komikti çocuklar, baya güldüm. sokakta yalnızdım. keşke orada olsaydınız bak siz de gülerdiniz. ama ben hatırlıyorum hepiniz kar yağsın diye ağlanıyordunuz ve şimdi sıcak evlerinizden çıkmıyorsunuz. hatta artık güneş açsın diyenleriniz bile olmuştur ben eminim. yahu bi durun. 

siz de hatırlarsınız kar yağmasın diye ağlanıyordum ama şimdi eve girmek istemiyorum. 

bir de şeyi çok merak ediyorum ya hep bunu düşündüm yolda. ben şimdi bi çocuk sahibi olup ona çişini nereye yapması gerektiğini öğretmek zorunda olmak fikrini düşündükçe delirecek gibi oluyorum. siz nasıl oluyor da evcil hayvan besleyip eğitebiliriyorsunuz? valla helal olsun be size.


10 Kasım 2014 Pazartesi

akıllara durgunluk veren bir eziklik öyküsü benimkisi yarim -2-

söze nasıl başlasam bilemedim.
direk konuya gireyim. 
öyle kötü günler geçiriyorum ki az önce yaşadığım bu olay karşısında gözlerim hemen doldu. 
neydi bu olay?
şimdi ben okuldan erken çıktım eve geldim tamam mı? dedim ki kendi kendime hadi bugün yemeği ben yapayım zaten Miraç geç gelecek ay iyisi mi çok geç olmadan gidip su -çeşmeden su yerine çamur aktığı için içenin buradan gidemediği kehanetine rağmen kavşak suyu ile yemek yapıyoruz- doldurayım. suyu dolduracağım çeşme penceremin hemen önünde olduğu için kimse var mı yok mu diye kontrol etme imkanım var diye ne kadar şanslı olduğumu düşünerek pencereden dışarıya baktım. ellerini yıkayan bir yaşlı teyzeden başka kimse, elini yıkayan teyzenin etrafında da doldurulmayı bekleyen şişeler yoktu. evet! çıkabilirim. 
şişeyi almak üzere mutfağa gittim. şerife ve emine birilerinin evlenmesi üzerinde yorumlar yapıyorlardı. onlarla bir şeyler konuştum ama ne hatırlamıyorum. haaa GÜNAYDIN dediler, BEN DE GÜNAYDIN MI KALDI İKİNDİ OKUNDU. dedim ve BEN BUGÜN İKİNDİYİ EZAN OKUNMADAN KILDIM BİLİYONUZ MU OKULDAKİ YANLIŞ SAAT YÜZÜNDEN diye ekledim. şişemi alıp çıktım. 
daha yürürken oraya bi teyzenin gelmiş olduğunu görebildim. neyse ki şişesi dolmak üzereydi. bekleyebilirdim. "ama ya benimle konuşmak isterse o zaman ne yapacağım?" korkusuna rağmen ilerledim, kendisinin olduğu yere hiç bakmadım. bir duvara yaslanıp etrafı izlemeye başladım. keşke yerden gördüğümüz yüksekteki şeyleri tam karşısından görebilsek diye düşündüm beğendiğim evi görünce. aşağıdan bakmak çok sıkıcı. 
böyle etrafı izlerken göz ucuyla teyzenin şişesine baktım dolmak üzereydi ama su da aynı zamanda baya inceldi. içimden neden gidip bakkaldan almadığımı sorgulamaya başlamıştım. tam şişeyi çöpe atıp bakkala gitmek için harekete geçecektim ki ki suyun inceldiğini teyze de fark etti. şişesinin kapağını daha dolmadan kapatıp çekildi. doldursaydın teyze ya dedim yok kızım yeter dedi gitti. şimdi kadın bana iyilik yaptı o gözden kaybolana kadar oradan çekilemem o suyu doldurmam lazım. suyu doldurmayı beklersem de saatler sürebilir. en iyisi teyze gözden kaybolana kadar beklemek dedim ve yine sırtımı duvara yasladım şişe dolmak için çırpınırken. teyzenin gidişini izledim. köşeyi döndüğü an kaçacaktım sığınağıma. musluktan garip sesler gelmeye başladı. baktım, su kesildi. ve eve bununla döndüm.

(düşünülen-gerçekte olan)

ve gözlerimde bir kaç damla yaş. 
Allahtan teyze köşeyi dönmüştü de..

14 Ekim 2013 Pazartesi

iyi biri değil

çocuklar çevremdeki insanlarca genel olarak ben iyi bir insan olarak bilinirim ki bu müthiş bir yanılgıdan ibaret. gelin size işin aslını bir yaşanmışlığımla anlatayım.

lise 1. sınıftayız. adı gibi kendi de uzun arkadaşım leventin elin paslı bir demir yüzünden tahriş olmuştu çünkü oynadıkları top okulun dışına kaçmıştı ve levent almaya gitmişti. sanırım böyleydi. ben de normal hanım kızların aksine daha hopyalan zıplayan oraya buraya tırmanan bir hanımkız olduğum için gençliğimde, aşinaydım paslı demirin sebep olduğu o yanma hissine ve soğuk suyun iyi geleceğini de çok iyi biliyordum.

beden dersinde olduğumuz için eşyalarım param her şeyim sınıftaydı. hemen bir koşu sınıfa çıkıp para alıp en soğuk suyu seçip arkadaşım leventin ellerine dökmüştüm. bakınca çok iyi biri gibi görünüyorum değil mi?

aslında durum şu: ben leventi öyle halinden rahatsız olduğunu gördüm ve soğuk suyun iyi gelebileceğini biliyordum. üstüne üstlük param da yukarıda, çantamdaydı.. evvvvet! bunun sınıfa çıkmak için müthiş bir fırsat olduğunu anladım ve hiç vakit kaybetmeden merdivenleri tırmanmaya başlamıştım bile. düşünmesi yazmasından kısa sürüyor malum. amacım iyilik yapmak değildi. amacım üzerine giydiği siyah hırkasından, gözündeki gözlüğe, gülümsemesine her bir haline aşık olduğum levent kadar uzun olup adı levent olmayan çocuğu bir daha görmek için ortaya çıkan bu fırsatı değerlendirip birkaç saniyeliğine hayata ^_^ şeklinde bakmaktı. soran olursa cevap belli;)
yoksa hiç kimseden para bulamasam naciye teyzeye yukardan inerken bırakayım der yine alırdım mesela o soğuk suyu. sonra bu mallıkla çocuğu da tavlayamadım zaten.

şimdi daha net anladınız mı?
ama zararsız biri derseniz anlarım.
ama iyi değilim.



10 Mayıs 2013 Cuma

ilovemayısayı


Çok okuyan mı çok gezen mi bilir bilmiyorum ama ben eğitim hayatım süresince çok gezdim ve bir sürü güzel insan ile tanıştım ve sanırım beni yıldırmayan tek şey de bu oldu.
Bartına geldiğimde tek istediğim okulu bitirebileceğim en kısa süre içersinde bitirip buradan gitmekti. Herhangi bir insanla tanışmadan, arkadaş edinmeden gitmiş olmak umurumda değildi, hatta özellikle böyle bitsin istedim.  Ama tahmin edersiniz ki işler istediğim gibi gitmedi. Önce köylü amca ve teyzelerle arkadaş oldum daha sonra zaman geçtikçe sınıf arkadaşlarımla da.  
Hayatıma yeni bir insan gireceği zaman düşündüğüm şey hep yeni insan demek tasalanacak yeni hayatlar demek oluyor. Ama gerçekte durum böyle değil çocuklar. Gerçekte olan şu; yeni insanlar demek birlikte eğlenebilecek daha çok insan demek.
Burada artık çok güzel insanlar tanıyorum ve onları köylülerin üzerimde oluşturduğu köy baskısına rağmen eve çağırdım. Tabii bunda nerminişkomun “gelsinler yaa nolmuş, kim karışabiliyo ki sana, bahçede oturur çay içersiyiz, erik toplarsıyız.” diyerek beni cesaretlendirmesi çok etkili oldu. O büyük ihtimal bu yazıyı okumaz ama ona buradan teşekkür ediyorum (hoşbeş alırım çilekli bir de, sever o.). 
Evet, sene başından beri yapmak istediğim şeyi yapmış, arkadaşlarımı erik toplamasına çağırmıştım. Benim için haftanın son günü olan Perşembe günü onlara “yarın insan kaynaklarına girmeyin, bize gelin eriğe düşeriz .” dedim ve geldiler. Sanki söylediğim çok olağanmış gibi hem de. Enes biraz nazlandı ama o bile geldi.
Ben haftanın günlerini takip edemiyorum, zihnim çok dolu oluyor. Meşgul olduğumdan değil de 10 tane ders aldığımdan. Dinlemek bile yetiyor o dersleri, zihnimi doldurmaya. İşlemeyen demirin pas tutması misali kafam götürmüyor çocuklar artık, hele bir de ehtiyarlık..  Neyse işte cumartesi gününe geldiğimizi genelde köydeki çocukların bir araya gelip sabahın köründen akşam ezanına maç yapmasından anlıyordum. Bugün maç bizim stadyumdaydı ve günlerden henüz cumaydı. Bahçe yaşları 3 ile 21 yaşındaki çocuklarla doluydu. Beni de sayarsak 23.


Biz bir yandan yemelere içmelere doyamaz, bir yandan oyun oynarken karşıda oturan dedenin “melike goool” diye bana seslenmesiyle içim bir nebze daha rahatlamıştı. Nerminişkom bu işten zarar görmeyecekti.
Lisedeyken her neredeyse tenefüs sınıf arkadaşlarım olan Rabia, Süleyman, Ayetullah, Aylin ve hatırlayamadığım diğerleriyle durmadan oynadığımız voleybol oyunu bana hayatımda ilk kez bugün çok eğlenceli geldi. Sanırım burada işlerin benim açısından daha kolaylaşmaya başladığı ilk gününün ana aktivitelerinden biri olmasından kaynaklanıyor.Aslında ilk gün bugün değil, bisiklet binmeye gittiğimiz gün. O gün de bu insanlarlaydım. Ben Bartın’a geldiğimden beri, hiçbir şey düşünmeden, huphuzurlu çok az zaman geçirdim. Bu zamanların çoğunda burada gördüğünüz insanlar vardı. Geri kalanında da İstanbul’dan beni ziyarete gelen bebişlerim.
Şimdi size voleybol konusundaki yeteneklerimi sergileyen ve attığım topların neden karşılanmadığını 2 fotoğraf ile özetleyeceğim. Anlayacaksınız. Ve tahmin edersiniz ki; oyuna girerken, “öyle voleybol mu oynanır, çekilin bakiyim.” cümlesini kurdum. Oyundayken topu düşüren kişiyi eşek ilan etmeye karar verdik. Her seferinde ilk eşek ben oldum. <3


top evin çatısına kaçtı, evet ;)

Ve tabii asıl amaçlarını gitmelerine yakın gerçekleştirdiler, nerminişkom ısrarla “oğlum tatlı erikleri siz alın acılar kızlara kalsıyy” dediyse de onlar hepsini karıştırıp bölüştüler. uğurişko bir bakraç da hülya abla için toplayıverdi. ARO ondan.