elbette ki yapmamız gereken ödev için bize biçilen sürenin yarısını o ödevi en kısa şekilde nasıl yapacağımızı düşünerek geçirecektik ve elbette ki son üç gün kala müthiş şekilde odaklanmış elimizden geleni yapmaya çalışırken yepyeni bir şeyle karşılaşıp yapmakta olduğumuz ödevde bahsetsek ne kadar da şık dururdu diye düşünecektik ve aynı zamanda anlayıp konuyla özdeşleştirip ödeve dahil etmek için ne kadar da az bir zaman kaldığını gördüğümüzde "keşke iki gün önce başlasaydım." diye içimizden geçirecektik. çünkü biz öğrenciydik.
NEDEN HEP ÖĞRENCİ KALAMIYORUZ?
ne oldu okuduğunuz metin "küreselleşen dünyamızda" diyerek başlamayınca bi afalladınız?
siz ne için üniversite okudunuz bilmiyorum. ben, onüç yaşımda okulun bitmesine yakın hangi liseye gitmek istiyorsun sorusuna okumak istemiyorum cevabını veren ben, yedi yıldır seve seve üniversite okuyorum üstelik asla tercih edeceğimi düşünmediğim bölüm ve üniversitelerde. çünkü okumak istemediğimi duyan öğretmenim "iyi öyleyse evde otur kısmetini bekle." demişti. utançtan yerin dibine girmiştim o zaman. bugünkü aklım olsa sinirlenirdim.
üniversite okumak benim için başlarda kısmet beklemekten kaçış iken zaman içerisinde ailem etrafta olmadan ne olduğumu görmek anlamını kazandı. ben üniversiteye başlamadan önce kendime telefoncudan kontör alamıyordum, yiyeceğim yemeği kendim sipariş edemiyordum. böyle şeyler yapmak zorunda kalmadım çünkü hiç. apartmandaki çok sevdiğim komşularımız bana "Sıdıka" benzetmesi yapıyordu çünkü hem ev süpürüp bulaşık yıkıyor toz alıyordum hem de onların garipsediği bir şeylerle ilgileniyor hiç bilmedikleri şarkıları dinliyordum hem de yaşıtlarımın eğlendiği şekilde eğlenmiyordum. bu benzetmenin yapılmasında canım ağabeyimin katkılarını da es geçemem :)) komik buluyordum bunu ama ait olduğum yer başkası sanıyordum.
neyse şükür ki hak kazandım üniversite okumaya. başlangıçta hazırlık okulunda tanıştığım bugün hala benim için esin kaynağı olan öğretmenimin başında durmadan ağlıyordum. belki o olmasa bugün burada da olmayacaktım. çünkü başlangıçta ailemi gerçekten çok özlüyor, onlar için aşırı kaygılanıyordum. tabii asla bunu kendilerine söylemedim. hep taksimde eğleniyor oluyordum aradıklarında :)) ya da kaldığım yurttan şikayet ediyordum durmadan çünkü; YURTTA KALMAK NE SAÇMA ŞEY ALLAH AŞKINA.
bir de şunu da eklemeliyim tabii; annem şikayetlerime dayanamayıp e bırak gel o zaman melike demeseydi yine gerçekten burada olmayabilirdim. bugün burada olmayı öğretmenim kadar anneme de borçluyum. resmen geri dönmek istiyorum desem sorun etmeden kabul edecekti. bunu anladığım günden itibaren geri dönmek fikrini aklımdan çıkarttım.
onyedi yıl sabırla üniversiteye gideceğim günü bekledim. tamam abartmayayım çoğu çocukluk dönemiydi. üniversite benim için kendim olma fırsatı, bir araçtı. hiç de öyle gelecek kaygısı meslek edinme gibi telaşlarım yoktu. yapmak istediğim şeyin gazetecilik olduğuna karar vermemde etkili olan tek şey kot pantolonla işe gitme özgürlüğü olduğunu zannetmemdi. -sahi öyle mi?- nereye gitmek istiyorum ne yemek istiyorum ne giyinmek istiyorum neyden rahatsız oluyorum nerede mutluyum ne kadar inançlıyım ne kadar samimiyim kendi başıma kimim bunu kendi başıma kalmadan anlamam zordu. gözümü istanbula diktim ve gittim. dört yıl o şehirde ne istiyorsam o oldum. çok da farklı bir şey değilmişim bunu anladım. yaptığım hiç bir şeyden pişman olmadım ama yaptığım şeylerin bazılarını bir daha asla yapmam. yani sanırım.
yine bartında -ki ben buradaki yıllarıma arınma yılları diyorum- ne istediğimi kim olduğumu anlamaya yaklaştım. bir yere ait olmak zorunda değilim yaşamak için bunu anlamak zorunda kaldım. ve yine burada da bir daha asla yapmayacağım şeyler yaptım ve yine pişman değilim.
geçen bu kadar sene sonunda değişmeyen tek şey evde oturup kısmetimi bekleyecek birisi olmadığımdı. şimdi bu yüzden iş bulmak zorundayım ve tıpkı onbeşimde okumak istemediğim gibi bugün, yirmibeşimde de çalışmak istemiyorum. ama bunun ne önemi var. istediğim şeyleri yapmak için istemediğim bazı şeyleri yapmak zorundayım. bunun hep farkında oldum. bazı şeyleri kolaylaştırdı bu hep. kendimi bugüne kadar hiç bir zaman tam olarak ait olduğum yerde hissetmedim ama hiç bir zaman da bunu sorun etmedim. ya ben sorun edecek birisi değilim. gülerim. eğlenirim. banane.
her neyse işte ben artık iş bulmak zorundayım. artık gelecek kaygım da var üstelik. çünkü neyi istemediğimi çok iyi biliyorum. neyi istemediğini bilince başına gelmesinden çok korkuyor insan.
bugün evde canım sıkılmasa kim bilir ne zaman başlayacaktım bu işe bilmiyorum ama aradığım kriterlere uygun iş bulamadım. aranan kriterler de bende mevcut değil. aranan kriterlerin ne olduğunu baştan bilsem dedim içimden, baştan bilsem neyi biliyor olmanın işimi kolaylaştıracağını öğrenmez miydim? kesin öğrenmezdim. bu yüzden KEŞKE 2 YIL ÖNCEDEN BAKSAYDIM YAAAA dediğimde ne kadar aptal görünüyorum değil mi?
e zaten öyleyim.
NEDEN HEP ÖĞRENCİ KALAMIYORUZ?
ne oldu okuduğunuz metin "küreselleşen dünyamızda" diyerek başlamayınca bi afalladınız?
siz ne için üniversite okudunuz bilmiyorum. ben, onüç yaşımda okulun bitmesine yakın hangi liseye gitmek istiyorsun sorusuna okumak istemiyorum cevabını veren ben, yedi yıldır seve seve üniversite okuyorum üstelik asla tercih edeceğimi düşünmediğim bölüm ve üniversitelerde. çünkü okumak istemediğimi duyan öğretmenim "iyi öyleyse evde otur kısmetini bekle." demişti. utançtan yerin dibine girmiştim o zaman. bugünkü aklım olsa sinirlenirdim.
üniversite okumak benim için başlarda kısmet beklemekten kaçış iken zaman içerisinde ailem etrafta olmadan ne olduğumu görmek anlamını kazandı. ben üniversiteye başlamadan önce kendime telefoncudan kontör alamıyordum, yiyeceğim yemeği kendim sipariş edemiyordum. böyle şeyler yapmak zorunda kalmadım çünkü hiç. apartmandaki çok sevdiğim komşularımız bana "Sıdıka" benzetmesi yapıyordu çünkü hem ev süpürüp bulaşık yıkıyor toz alıyordum hem de onların garipsediği bir şeylerle ilgileniyor hiç bilmedikleri şarkıları dinliyordum hem de yaşıtlarımın eğlendiği şekilde eğlenmiyordum. bu benzetmenin yapılmasında canım ağabeyimin katkılarını da es geçemem :)) komik buluyordum bunu ama ait olduğum yer başkası sanıyordum.
neyse şükür ki hak kazandım üniversite okumaya. başlangıçta hazırlık okulunda tanıştığım bugün hala benim için esin kaynağı olan öğretmenimin başında durmadan ağlıyordum. belki o olmasa bugün burada da olmayacaktım. çünkü başlangıçta ailemi gerçekten çok özlüyor, onlar için aşırı kaygılanıyordum. tabii asla bunu kendilerine söylemedim. hep taksimde eğleniyor oluyordum aradıklarında :)) ya da kaldığım yurttan şikayet ediyordum durmadan çünkü; YURTTA KALMAK NE SAÇMA ŞEY ALLAH AŞKINA.
bir de şunu da eklemeliyim tabii; annem şikayetlerime dayanamayıp e bırak gel o zaman melike demeseydi yine gerçekten burada olmayabilirdim. bugün burada olmayı öğretmenim kadar anneme de borçluyum. resmen geri dönmek istiyorum desem sorun etmeden kabul edecekti. bunu anladığım günden itibaren geri dönmek fikrini aklımdan çıkarttım.
onyedi yıl sabırla üniversiteye gideceğim günü bekledim. tamam abartmayayım çoğu çocukluk dönemiydi. üniversite benim için kendim olma fırsatı, bir araçtı. hiç de öyle gelecek kaygısı meslek edinme gibi telaşlarım yoktu. yapmak istediğim şeyin gazetecilik olduğuna karar vermemde etkili olan tek şey kot pantolonla işe gitme özgürlüğü olduğunu zannetmemdi. -sahi öyle mi?- nereye gitmek istiyorum ne yemek istiyorum ne giyinmek istiyorum neyden rahatsız oluyorum nerede mutluyum ne kadar inançlıyım ne kadar samimiyim kendi başıma kimim bunu kendi başıma kalmadan anlamam zordu. gözümü istanbula diktim ve gittim. dört yıl o şehirde ne istiyorsam o oldum. çok da farklı bir şey değilmişim bunu anladım. yaptığım hiç bir şeyden pişman olmadım ama yaptığım şeylerin bazılarını bir daha asla yapmam. yani sanırım.
yine bartında -ki ben buradaki yıllarıma arınma yılları diyorum- ne istediğimi kim olduğumu anlamaya yaklaştım. bir yere ait olmak zorunda değilim yaşamak için bunu anlamak zorunda kaldım. ve yine burada da bir daha asla yapmayacağım şeyler yaptım ve yine pişman değilim.
geçen bu kadar sene sonunda değişmeyen tek şey evde oturup kısmetimi bekleyecek birisi olmadığımdı. şimdi bu yüzden iş bulmak zorundayım ve tıpkı onbeşimde okumak istemediğim gibi bugün, yirmibeşimde de çalışmak istemiyorum. ama bunun ne önemi var. istediğim şeyleri yapmak için istemediğim bazı şeyleri yapmak zorundayım. bunun hep farkında oldum. bazı şeyleri kolaylaştırdı bu hep. kendimi bugüne kadar hiç bir zaman tam olarak ait olduğum yerde hissetmedim ama hiç bir zaman da bunu sorun etmedim. ya ben sorun edecek birisi değilim. gülerim. eğlenirim. banane.
her neyse işte ben artık iş bulmak zorundayım. artık gelecek kaygım da var üstelik. çünkü neyi istemediğimi çok iyi biliyorum. neyi istemediğini bilince başına gelmesinden çok korkuyor insan.
bugün evde canım sıkılmasa kim bilir ne zaman başlayacaktım bu işe bilmiyorum ama aradığım kriterlere uygun iş bulamadım. aranan kriterler de bende mevcut değil. aranan kriterlerin ne olduğunu baştan bilsem dedim içimden, baştan bilsem neyi biliyor olmanın işimi kolaylaştıracağını öğrenmez miydim? kesin öğrenmezdim. bu yüzden KEŞKE 2 YIL ÖNCEDEN BAKSAYDIM YAAAA dediğimde ne kadar aptal görünüyorum değil mi?
e zaten öyleyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder