11 Ocak 2013 Cuma

akıllara durgunluk veren bir eziklik öyküsü benimkisi yarim

temel hukuk dersi sınavından geldim (bu dersi marmara üniversitesindeyken iyi bir ortalama ile geçmiş olmama rağmen, saçma sapan prosedürler yüzünden tekrar alıyorum. kredisi mi tutmuyormuş ney.), gözlerim uykusuzluktan yanıyor (bütün gece uyumadım ama uyumadım diye ders de çalışmadım. ara ara dersin kitabını okudum. utanmadan bir de söylüyorum.) ama aklımdaki tek şey akıllara durgunluk veren ezikliğim sayesinde yaşadığım bir kesiti burada, ibret olsun diye değil de, öylesine anlatmak. 

yaklaşık üçyüzseksenbeşinci ümitlendirişim olacakken gülşahı, dedim kızım git al şu bileti ne kadar uzattın ama bu meseleyi. mesaj attım gülşaha, dedim ben biletimi aldım geliyorum. yol dört saat falan. otobüse binerayak dışarıda bir kadının çığlıklarını duyduk. kimse ne oluyor diye merak edip bakmadı, ben baktım ama bir şey göremedim, çok karanlıktı. tam o sırada, ben hali hazırda gerilmişken otobüs de hareket etti. 

ben yolculuklarda hep rahatsız olurum. 1 saatlik yolculuk bile bana çok uzun gelir, hemen bitsin isterim. o yüzden oturduğum yere öyle çok yayılamam, eşyalarımı saçmam -mümkünse bavulumu bile yanımda tutarım-, yemem, içmem. sadece uyumaya çalışırım, onu da beceremem.
malumunuz otobüs firmaları, konforlu ve rahat yolculuk yapabilmemiz için hizmette sınır tanımıyor, muavin beyler sürekli sudur, çaydır, bisküvidir bir şeyler yedirmeye çalışıyorlar. müthiş bir kararlılıkla hepsini reddediyorum. çünkü; sanki orada o çayı içersem yol uzuyormuş gibi hissediyorum.

velhasılıkelam durmadan yolculara bir şeyler ikram eden muavinimiz, şehrin sınırlarından merkezine doğru hızla ilerlerken, üzerinde kent logosu olan bir kase dolusu olipsi uzattı, "buyrun ister misiniz?" dedi. gideceğim yere ve gülşaha kavuşmanın heyecanıyla, portakallı olipse diktim gözümü. (benim canım her zaman  portakallı olips çekmez ama o an da ağzım sulanmıştı.) kibar davranayım aman kaygısıyla, elimi fazla daldırmadan, en üstteki olipsi aldım. sonra kahkaha atmamak için ağzımı sıkıca kapatıp, şekeri de avcumun içinde saklamak zorunda kaldım. çünkü elimdeki olips hışırtısının içi boştu. çok istemiştim oysaki o şekeri. oraya vardığımda hissettiğim şeyin tadıydı portakallı olips.

güneş ve gülşahla -olaylı- buluşmamızdan sonra, kızlar ne oldu biliyo musunuz deyip şekeri göstermemle otobüste tuttuğum kahkahayı, onlarla beraber attım. 


fotoğraf netlikten hiç nasibini alamadı, uykusuzluk ve yorgunluktan titriyordu ellerim. 

10 Ocak 2013 Perşembe

geçen gün (soğuğun beni mutsuz etmeye başladığı ilk gün, aynı gün istatistik sınavından da kalmıştım) ezan okunana kadar abdest alayım da anca ısınırım düşüncesiyle banyoya yönelirken fotoğraf makinesini gördüm koltukta. size evimi ve soğuğu göstermek istedim. bir gün de okul yolunu göstermek istiyorum. evimi fotoğraflandırırken gözdenin fotoğraf makinesini kullandım ve ellerim üşümesin diye de dün ümrandan aldığım eldivenleri taktım. o eldivenleri ümrana bi süre geri vereceğimi sanmıyorum çünkü onları baya sevdim. oradaki ayak izleri benim. bazıları da nermin teyzeyle muhittin amcanın. benden az evvel onlar çıktı evden. hülya ablaya gidiyorlarmış. selam söyleyin dedim ben de.



bugün de çocuklar kardanadam yapıyorlar zannediyordum, onları izedim bi süre. burağa seslendim, dedim; kardanadam bitince haber ver de fotoğrafını çekelim. "biz kardan adam yapmıyoruz ki kale yapıyoruz." dedi. olsun dedim biz de onu çekeriz. bitince geldi sonra yıkmış şişman arkadaşı kaleyi. geriye bir tek duvarı kalmış.




burakın şişman arkadaşı geldiğimden beri dikkatimi çekiyor. kendisiyle gidip birebir tanışmadım ama onu uzaktan hep izliyorum. genelde elinde bir şeyle uğraşıyor oluyor. uzaktan izlediğim için ne yaptığını hiç bir zaman tam göremiyorum ama her ne ile uğraşıyorsa bunu yaparken hep sırtı evine dönük oturuyor oluyor. bugün kaleyi yaparken de karın soğuğuna aldırmadan yine oturuyordu. annesi uyarmak üzere sesini duyurmak için cama tıkladı bir kaç kez. sonra çocuk kalktı ayağa. eğer onu ayakta görüyorsanız muhtemelen yine sırtı evine dönük top sektiriyordur. top sektirirken ayakkabısı da ayağından fırlıyor çoğu kez. 




onları izlerken bir de komşu dedeyi gördüm. evinini önündeki karları kürüyordu. tam küreğine dayanmış dinlenirken yakaladım onu. amcanın adını henüz öğrenmedim ama sohbetimiz baya ileri seviyede. yolun başında beni eve gelirken gördüğünde " ahh geliyo melikem." diyormuş. seviyor beni konuşukluymuşum çok. eve geç geldiğim günlerde ise "geç kaldııy ya kızım bugün. he he he:) " diyor bana. gidiş gelişimi takip edişi bütün gün boş oturduğunu düşündürtmesin. eşi, (sanıyorum) gelini ve kendisini ne zaman görsem bir işle uğraşıyorlar. balkonda oturup gelen geçeni izliyorken bile balkondaki ocaklarındaki yemeği falan bekliyor oluyorlar.



bir de az ilerde oturan bir amca var. evini turuncu ve yeşil rengine boyamış köyün en güzel (fiziksel koşulları) evi. onunla olan muhabbetim, "günaydın, iyi günler, hayırlı akşamlar/amca"dan öteye geçemedi. çok çekingen birisi. başlarda çekingen olduğunu değil aksi bir ehtiyar olduğunu düşünüyordum çünkü her gördüğünde beni, başka şeye yöneliyor yokmuşum gibi davranıyordu. ona laf atmaya korkuyordum ama bir gün "iyi akşamlar amcacım." dedim kendisine. heyecanla döndü bana, "iyi akşamlar kızıım, hayırlı günleriyy olsuuy." dedi. meğer ilk adımı benden bekliyormuş! hala da öyle. hala beni gördüğünde kafasını çeviriyor ilk.